3 Şubat 2010 Çarşamba

O fırtınadan nasıl kurtulduk


Uzun uzun anlatmaya gerek yok... Bugüne kadar yaptığı harika işlere bakınca anlıyor ve hissediyor insan. Ama Demir Demirkan’la tanışınca insanın hayranlığı bir kat daha artıyor. Müziğin gerçekten ne olduğunu bilen insanlardan müzik dinlemek ayrı bir keyif verir. Denizin gerçekten ne olduğunu bilen ve onu yaşayan birinden de denizi... Kışın kendini hissettirdiği soğuk bir günde sıcak bir sohbetle ikisini birden sunan bir deniz aşığının anlattıklarını size aktarıyorum... Demir Demirkan’a ve orada olmadığı halde sohbetimizin en güzel kısımlarını süsleyen Sertab Erener’e sevgiler...


Deniz tutkusu nasıl başladı?

- Beş yaşındayken. Yazları Çeşme’de geçirmeye başladığımız zamanlar yani. Sakızlı Koyu denen yerde geçirirdik yazlarımızı. Orada her zaman botlar, zodiac’lar, windsurf’ler vardı. Tekne merakı o zamanlardan başlar yani.

Peki nasıl büyüdü bu tutku?

- Sonra bir gün babam kendini emekli etti, “Ben tekne yapacağım” diyerek Bodrum’a gitti. Bir gulet yaptı. O guleti yaparken de tersaneyi satın aldı. Birkaç gulet daha yaptı. Ben de tersaneye gide gele tekne nasıl yapılır, ne malzeme kullanılır, bütün detayları öğrendim neredeyse. Sonuçta işin mantığını bilince, denize meraklı da olunca, tekneyle aranın kötü olması mümkün değil. Biraz da windsurf sayesinde rüzgar bilgim olduğundan yelkenlilerle aram hep iyi oldu. Gemicilerimiz olmasına rağmen tekneyi yanaştırma, limandan çıkma gibi görevleri hep ben üstlenirdim.

GEÇEN YAZ BİRKAÇ FIRTINAYA YAKALANDIK

Hangi yaşlarda oluyor bunlar?

- 15 falan herhalde. Liseye gidiyorum, her yaz Ege-Akdeniz bütün koylara girip çıkıyorduk. Sonra üniversitede vakit bulamaz oldum. Daha doğrusu üniversite bitince Los Angeles’ta yaşamaya başladım. Deniz tamam da tekne mekne hak getire tabii. Kendime zor yetiyordum. Türkiye’ye dönünce yine alevlendi aşkım. 12 metrelik bir gulet aldım kendime, birkaç yaz öyle geçti. Bir sürü maceramız vardır. Tek direkli şirin bir tekne, “Shaman”. Kapat motoru, öyle süzülsün. Sonra o tekne küçük gelmeye başladı, sattık. Fiber bir yelkenli mi, o mu bu mu derken iyice tekneler içine gömüldüm. Böyle başladı işte. Uzun bir hikaye ama ancak bu kadar kısaltılır.

Tercih yelkenli mi motoryat mı?

- Ya işte... Onu ben de kendime hâlâ soruyorum bazen. Özlediğimizde yelkenli de kiralıyoruz. Ama yelkenlideyken doğaya tâbi olma durumu var bildiğin gibi. O durumda da özellikle kısıtlı vaktin varsa biraz sıkıntı yaratabiliyor. Hani rüzgar kesildiğinde veya arttığında kontrol yine motora geçiyor ya, sonuçta motoryata dönüyor sistem sanki. Ama eğer içinde yaşama durumu olacaksa fiber bir yelkenli yerine ahşap bir tekne, mesela bir Colin Archer’ı her zaman tercih ederim. Hatta ben Norveç’ten Colin Archer planları getirtmiştim Bodrum’daki tersanede yaptırmak için... Adamlar baktı planlara, “Biz bunu yapamayız abi” dediler. Orada bu işler babadan oğula geçiyor, yıllardır yapıyorlar tekneleri. Öylece bitti Colin Archer sevdam.

Şimdi bir trawler’ınız var...

- Trawler çok başka tabii ki... Kısa bir süren, mesela sadece bir ayın varsa, planı ona göre yapıyorsun. Çok şiddetli bir fırtına da olmadığı takdirde, hava esti esmedi demeden basıp gidiyorsun her yere. Ve nitekim geçen sene birkaç fırtınaya yakalandık tekneyle ama maşallah bana mısın demiyor, gidiyor bizimki.

KAHVALTISINI KENDİ HAZIRLAYAN BUYURSUN

Trawler bana “işi bilen insanların teknesi” olduğunu düşündürmüştür. Aynı fikirde misiniz? Ne işin şov kısmında ne de umursamaz bir havada, öyle değil mi?

- Kesinlikle... Mesela tekneleri çok iyi bilmeyen insanlar, bir yerde bağlı durduğumuzda sağına soluna bakıp, inceleyip “bu ne acaba” diye soruyorlar. Bir de bizimki tugboat gibi. Hani tug’ların burnu biraz daha geniş gelir, biraz yüksektir ya, biraz öyle işte. ınsanlar “siz bunu römork’tan mı çevirdiniz?” diye soruyorlar. Biraz değişik geliyor ama her tür havada her tür yola gidiyor bizimki. Mesela içinde sadece bir kamara var. Tamamen custom yani. Her şey benim tercihime göre. Bu tek kamaranın açıklaması da şu. Ben sonuçta hep tekne işleriyle haşır neşir bir insan olduğumdan biliyorum da, insanın teknesi oldu mu, hele de büyük ve kalınabilecek şekildeyse, o teknede arkadaş misafir ağırlamak da bir o kadar zorlayıcı oluyor. Yanlış anlaşılmasın, teknede arkadaşlarımızla birlikte olmayı çok seviyoruz ama...

Yatıya kalmasınlar diyorsunuz yani!

- Evet, aynen öyle... Ama onlar da biliyorlar bunu. Zaten bizim teknede görevli yok, biz yapıyoruz her şeyi. Sabah kahvaltınızı kendinizin hazırlayacağını kabul ediyorsanız kalıyorsunuz bizim teknede. Sonuçta pek çok arkadaşımız bu koşullarda kalmamayı tercih ediyor. Bu bizim aramızda bir alay konusu ama teknesi olan herkes anlayacaktır beni.

Doğru ve mantıklı... Böylece sizin kamara herhalde suit gibi?

- Eh evet, biraz büyük tabii... Yani kamaramız dışında salon diyebileceğimiz kısımda yatağa dönüşebilen bir koltuğumuz var. Hatta geçenlerde arkadaşlarımız gelip bir hafta kaldılar bizimle, ama onlar da sokakta yatmayı tercih edecek hale geldiler herhalde!

YILDIZ SEYRİNİ DE ÖĞRENMEK İSTİYORUM

Teknenizde stüdyo da kuruyormuşsunuz...

- Teknenin içinde stüdyonun yeri var. Bütün fişler, prizler hazır duruyor. Portable bir stüdyodan bahsediyoruz zaten. Artık her şey çok kolay, bir bilgisayar bile yetiyor. Yani final product’ı çıkarabileceğin bir sistem veya yer diyelim. Tabii teknede daha çok yazma, yaratma, aranjman kısımları olabiliyor.

Peki bu tekneden, yani Panacea’dan çıkan bildiğimiz bir parça var mı?

- Özge Fışkın gelmişti geçen yaz, onun şarkısını çalabilmiştik sadece.

Panacea’yla ilgili hedefler neler?

- Teknenin içini değiştirmek, daha çok yaşanabilecek bir hale sokmak istiyoruz. şu anki haliyle çok marine diyebileceğimiz bir halde. L koltuk, yemek masası düzeneği falan... Daha sıcak bir dekorasyon peşindeyiz. Bir de kendimi geliştirmek ve ehliyetimin derecesini artırmak için yıldız seyrini öğrenmek istiyorum.

TEKNEDE YEMEĞİ SERTAB YAPIYOR

Sertab Hanım’ın tekne ve denizle arası var mıydı?

- Benimle oldu işte biraz... Önceki teknede her şeyi kendisi yapardı. Tekneyi o bağlardı, atlardı suya, karaya yüzer koltuk alırdı. Bu teknede de her şeyi kendimiz yapıyoruz, görenler şaşırıyor. Mesela bir koyda başka teknelerle yan yana bağlı olduğumuzda, tekne sahipleriyle tanışıp sohbet etmeye başlıyoruz, bize soruyorlar “Yemekleri kim yapıyor?” diye. “Sertab yapıyor” deyince “Ne? Bizim hanıma söylesen hayatta yapmaz” diyorlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder